10 Aralık 2012 Pazartesi

Hücre Büyük Bir Şehirden Daha Komplekstir


Evrimci senaryoya göre, bundan dört milyar yıl kadar önce, ilkel dünya atmosferinde birtakım cansız kimyasal maddeler tepkimeye girmiş, yıldırımların, sarsıntıların etkisiyle karışmış ve ilk canlı hücre ortaya çıkmıştır. Oysa hücre, bilim adamlarının benzetmesiyle, New York şehri kadar kompleks bir yapıya sahiptir. Hücrenin içinde enerji üreten santrallerden, protein üreten fabrikalara, hammaddeleri taşıyan kargo sisteminden DNA'yı tercüme eden şifre çözücülere, haberleşme sistemine kadar birçok yapı, kusursuz bir organizasyon içinde sürekli faaliyet halindedir. 

Evrimcilerin hücrenin tesadüfen meydana geldiği iddiasına inanmak, New York şehrinin tüm binaları, otoyolları, taşıma sistemleri, elektrik ve su şebekesi vs ile birlikte, tesadüfen meydana gelen fırtına, deprem gibi doğa olayları neticesinde kendiliğinden ortaya çıktığını iddia etmek kadar mantıksız ve saçmadır.
...devamı




Bedenimizi Koruyan Proteinler Nasıl Olup da Kendi Hücrelerimize Zarar Vermez?

Vücutta, her an bedeni korumakta olan bir sistem bulunmaktadır. Bu sistemin bir parçası olan kompleman proteinleri, vücuttaki “her hücreye” saldırmaya programlanmıştır. Bu gerçekten de şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü bedeni savunmak için var olmalarına rağmen, bedeni oluşturan tüm hücreleri düşman olarak görürler.
Kompleman proteinleri karaciğerde üretilir ve dolaşım sistemine oradan katılırlar. Normal şartlarda kanın içinde gelişigüzel ve etkisizce dolaşan hücrelerdir. Ancak uyarıldıklarında, aniden gördükleri bütün hücreleri yok etme kararı alırlar. Aldıkları bu uyarı tek bir kompleman proteini kanalı ile vücuttaki sistemin tümüne yayılır. 
Uyarı ile vücutta dost düşman ayrımı yapmazlar. Ancak vücuda ait zararsız hücreler, kompleman proteinlerine karşı savunma yapabilecek şekilde yaratılmışlardır. Kompleman proteinleri bedene ait hücrelere değer değmez, bu zararsız hücreler kompleman proteinlerini etkisiz hale getirir. Vücuda girmiş olan yabancı organizmalar ise, hiç beklemedikleri bu koruma görevlilerinin saldırısına uğrayarak yok olurlar. 
...devamı




Dakikada 36 Milyon İşlem Yapan Enzimler




Canlıların bedenlerinde her saniye sayılamayacak kadar çok işlem gerçekleşir. Bu işlemler o kadar detaylıdır ki, her aşamalarında, bütün karmaşayı kontrol eden, düzeni sağlayan ve olayları hızlandıran"süper denetleyicilerin"müdahalesine gereksinim vardır. İşte insan vücudundaki bu süper denetleyiciler, enzimlerdir.


Her canlı hücrede, her biri kendi özel işini yapan, örneğin DNA kopyalanmasına yardımcı olan, besin maddelerini parçalayan, besinlerden enerji üreten, basit moleküllerden zincir yapılmasını sağlayan ve bunlar gibi sayısız işler gören binlerce enzim vardır.


Enzimler hücre içinde mitokondrilerde üretilir. Büyük bölümleri proteinlerden oluşur, ..Daha fazlası için tıklayınız.
...devamı




5 Aralık 2012 Çarşamba

Hücrelerdeki Otomatik Turnikeler


Hücre zarının ilk görevi hücrenin organellerini sararak bir arada tutmasıdır. Ancak bundan çok daha kompleks bir iş daha yapar; bu organellerdeki işlemlerin ve hücrenin yaşamının devam edebilmesi için gerekli maddeleri dış ortamdan temin eder. 
Hücrenin dışındaki ortamda sayısız kimyasal madde vardır. O, bunların içinden hücrenin ihtiyaç duyduklarını tanır ve yalnızca onları içeri alır. Son derece ekonomiktir; hücrenin ihtiyaç duyduğu miktardan fazlasını kesinlikle içeri almaz. Bu kadarla da kalmaz; bir yandan da hücrenin içindeki zararlı artıkları anında tesbit eder ve hiç zaman kaybetmeden dışarı atar. Hücre zarının bu önemli işlevi yerine getirebilmesi için bazen bir pompa bazen de bir kapı gibi çalışan mekanizmalara sahip olması gerekir. Bunlar hücrenin ihtiyacı olan maddeleri tanıyıp, seçip, büyük enerji harcayarak bu maddeleri hücre içine sokarlar. Bu tek cümleyle söylenip geçilebilecek bir özellik değildir, çünkü bu işlem sırasında birçok mucize daha gerçekleşir. Bu transferlerdeki birçok olayın sırrı halen çözülememiştir.
Hücrenin yaşamını devam ettirmesi için zarlardan geçmesi gereken maddeler arasında elektron ve hatta fotonlar, monatomik protonlar, ionlar, su gibi küçük moleküller, amino asit ve şeker gibi orta boy moleküller, proteinler ve nihayet DNA gibi makromoleküler yapılar bulunur. Bazen kapının kendisinden çok daha büyük bir molekül yüksek enerjiler harcanarak, birçok enzimin yardımıyla son derece özenli bir şekilde hücrenin içine alınır. Bazen geçirilecek madde geçeceği kapıya göre o kadar büyüktür ki, bu iğne deliğinden halatın geçirilmesine benzer. Geçişin sağlanması için delik önce genişletilir, sonra yine eski haline döndürülür. Bu işlem esnasında, ne kapıya, ne geçen maddeye, ne de hücreye hiçbir zarar verilmez.

...devamı




6 Temmuz 2011 Çarşamba

Virüsler Evrim Geçirmez, Sahte Evrimin Kanıtı Değildirler


14 Ağustos 2009 tarihinde yayınlanan Sansürsüz programında, virüslerin mutasyon geçirmesinin, canlıların evrimle meydana gelemesine delil olduğu yanılgısı gündeme gelmiştir. Katılımcılardan Ender Helvacıoğlu, domuz gribi ve kuş gribi gibi hastalıkların virüslerinin, kendi kendine oluştuğu iddiasına değinmiştir.
Virüsler, bilinen canlı hücrelerinden farklı organizmalardır ve hayatta kalabilmek için mutlaka bir canlı hücresine ihtiyaç duyarlar. Virüsler, organelleri olmayan protein kılıflarından ibarettirler. Virüslerde de DNA ve RNA yapıları mevcuttur ve bu yapılarda zaman zaman mutasyonlar meydana gelir. Virüslerde meydana gelen mutasyonların, diğer canlı hücrelerinde meydana gelen mutasyonlardan farkı, virüslerde meydana gelen mutasyonların çoğunun virüslere bir zarar vermemesidir. Çünkü virüsler, tek başına fonksiyonel bir özelliğe sahip değildirler, işlev gösterebilmeleri için mutlaka bir başka hücreye yerleşip onun imkanlarından faydalanmaları gerekmektedir. Fakat diğer organizmalar için durum farklıdır. Örneğin aynı mutasyonların meydana geldiği bir bakteri hücresi derhal hastalanacak ve ölecektir.
Darwinistler, virüslerde meydana gelen mutasyonları, kendi teorilerine delil göstermeye çabalamaktadırlar. Bunun için tek dayanak noktaları söz konusu mutasyonların virüse zarar vermemesidir. Oysa mutasyonlar ne kadar fazla gerçekleşirse gerçekleşsin, virüsler hiçbir şekilde bir başka canlıya dönüşmemektedirler. Meydana gelen mutasyonlar sonucunda milyonlarca yıldır hiçbir virüste yavaş yavaş organeller oluşmaya başlamamıştır, virüs bir prokaryot hücreye dönüşmemiştir. Virüsler tarih boyunca içinde DNA barındıran protein kılıfları olarak kalmışlardır. Çünkü MUTASYONLAR DNA YAPISINA YENİ BİRŞEY EKLEYEMEZ VE CANLIYA YENİ ÖZELLİKLER KAZANDIRAMAZLAR. Ayrıca virüslerde meydana gelen mutasyonlar, yalnızca belirli bir genetik ortalamanın etrafında dönüp dolaşan kalıtsal dalgalanmalardan ibarettir.
Virüslerle ilgili, programda bahsedilen diğer konu ise, domuz gribi gibi virüs kaynaklı hastalıkların kendiliğinden oluştuğu yanılgısıdır. Domuz gribine yol açan ve insanlara da bulaşabilen A/H1N1 virüsü, kuş gribi, insan gribi ve domuz gribi virüslerinin birleşimiyle oluşmuş bir virüstür. Bu virüsün oluşabilmesi için çok önemli bir şart vardır. A/H1N1 virüsü, ancak domuzların solunum yollarındaki reseptörlerde oluşabilir. Yani domuzların solunum yollarındaki özel reseptörler olmadan, doğada bu virüs kendi kendine oluşamaz. Dolayısıyla Ender Helvacıoğlu’nun bu konuda vermiş olduğu bilgi hatalıdır. Ayrıca A/H1N1 virüsünün bu reseptörlerde oluşması için, yukarıda da saydığımız 3 virüsün yani kuş gribi, domuz gribi ve insan gribi virüslerinin zaten mükemmel şekilde var olmaları gerekir. Dolayısıyla burada hiç yoktan kendi kendine meydana gelen bir yapı yoktur.


...devamı




Genom Çalışmaları ''Tesadüfen Oluşan İlk Hücre'' Aldatmacasını Yerle Bir Ediyor

Evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı olmayan iddiasına göre, yeryüzünde henüz hayat yokken, cansız maddeler tesadüfler sonucunda bir araya gelerek ilk canlı organizmayı meydana getirmiştir. Bu evrimci iddiaya göre, ilk canlı organizmanın tesadüfen gelişebilecek kadar basit bir yapıya sahip olması gerekmektedir.
Oysa Darwinistler, TEK BİR PROTEİNİN BİLE NASIL ORTAYA ÇIKTIĞINI AÇIKLAYAMAMAKTADIRLAR.
Tek bir proteinin kendi kendine oluşamayacağı gerçeği zaten evrim teorisini tamamen temelinden yok eden bir gerçektir. Fakat bir an için bu imkansız ihtimalin gerçekleştiğini varsaysak bile, Darwinistlerin iddia ettiği “ilkel hücre”nin zaten yaşamın kendi kendine başlaması ihtimalini çok daha kesin delillerle ortadan kaldırdığını görürüz. 21. yüzyılda bilimin sağladığı bilgiler, en sade yapılı denebilecek canlının bile aslında çok kompleks olduğunu ve bu nedenle tesadüfen ve kendiliğinden oluşmasının imkansız olduğunu göstermektedir.
Bu bilgiyi bize genom araştırmaları vermektedir. Bilim adamları en küçük genoma sahip olan canlıların (ekstremofilik arke ve öbakteriler) en az kompleksliğe sahip canlılar oldukları düşüncesinden yola çıkarak, bu canlıların tesadüfen ve kendiliğinden oluşma ihtimallerini hesaplamışlardır. Burada önemle belirtilmesi gereken bir nokta ise şudur: Bu canlılar aynı zamanda bilim adamlarının dünyadaki en eski yaşam formu olarak gördükleri canlılardır.
Genom araştırmaları sonucunda yaşam için gerekli olan en düşük protein sayısının 250 ile 450 arasında olması gerektiği ortaya konulmuştur. [1]Yani hücrenin yapısal özelliklerini oluşturmak ve hayatın devamı için gerekli olan temel fonksiyonları yerine getirmek için aynı anda bir araya gelmesi gereken minimum farklı protein sayısı 250 ile 450 arasındadır.
Şu noktayı da ayrıca belirtmek gerekir ki, bu bulunan 250-450 minimum protein sayısı, parazit olarak yaşayan mikroplardan elde edilen protein sayısıdır. Bir organizmanın, başka bir canlı organizmaya bağımlı olmadan yaşayabilmesi için gereken minimum protein sayısı ise yaklaşık 1500 proteindir. Yani Darwinistlerin, tek bir işlevsel hücrenin oluşabilmesi için gereken 1500 ayrı proteinin varlığını ayrı ayrı açıklamaları gerekmektedir. Fakat tekrar hatırlatmak gerekirse, Darwinistler tek bir proteinin kendi kendine oluşumunu dahi açıklayamamışlardır.
...devamı




Alyuvarların Üretimini Denetleyen Hormon : Eritropoietin



Eritropoietin niçin hayati öneme sahip bir hormondur? 

 Eritropoietin hangi durumlarda devreye girer ve alyuvar üretimini nasıl başlatır? 

Kandaki alyuvarların içinde bulunan hemoglobin molekülü kanda oksijen ve karbondioksitin taşınmasında görev alır. Alyuvarların, dolayısıyla hemoglobinin azalması, “kansızlık” veya “anemi” olarak isimlendirilen bir hastalığa neden olur. Kansızlık insan için ciddi sorunlara yol açan bir hastalıktır. Çünkü çabuk yorulma, halsizlik, nefes darlığı, göğüs ağrısı, ciltte solukluk, kalp yetmezliği ve kalp ritm bozukluğu gibi rahatsızlıklara sebep olur. Bu nedenle alyuvarlar hayatın devamı için gereklidirler. Belirli seviyelerin altına indiklerinde ise yaşamın devam etmesi mümkün olmaz. Alyuvarların bu kadar önemli olmasının sebebi, içlerinde hemoglobin moleküllerinin bulunmasıdır. 

Alyuvarların yapım yeri kemik iliğidir. Kırmızı ilikte üretilen alyuvarların üretimi hassas bir şekilde kontrol edilir ve milimetre küpte 4.5-5 milyon olan alyuvar sayısının bu seviyede kalması için son derece karmaşık ve hassas işlemler gerçekleşir. Eğer kırmızı ilikteki kan üretiminde biraz azalma olursa, vücuttaki hücreler oksijensiz kalarak ölürler. Bu nedenle kemik iliğindeki üretimin sürekli olması zorunludur. Bu kadar önemli bir görevde aksama olmaması için vücutta çeşitli önlemler alınmıştır. Bu önlemlerden biri vücuttaki alyuvar yapımını kontrol eden ve düzenleyen bir hormondur. Eritro-poietin adı verilen bu hormon dokulara yeterli oksijen verilip verilmediğini kontrol eder. Dokuların oksijensiz kalması durumunda kemik iliğinde alyuvar yapımını hızlandıran bir maddenin sentezini ve kana salınmasını sağlar. 

Görüldüğü gibi insan, kendi bedeninin çok kısıtlı bir bölümüne -o da ancak kısmen- hakimdir. Örneğin bedenini kullanarak yürüyebilir, konuşabilir veya ellerini kullanarak bir iş yapabilir. Ancak bedeninin derinliklerinde binlerce kimyasal ve fiziksel olay, insanın bilgisi ve iradesi dışında gerçekleşmektedir. Eritropoietin buna tipik bir örnektir. Kendi bedenine ve kendi yaşamına hakim olduğunu zanneden bir insan bu yüzden büyük bir yanılgı içindedir. 
...devamı




Sayfanın başına dön.
ORG Bu site Harun Yahya eserlerinden faydalanılarak hazırlanmıştır.