6 Temmuz 2011 Çarşamba

Virüsler Evrim Geçirmez, Sahte Evrimin Kanıtı Değildirler


14 Ağustos 2009 tarihinde yayınlanan Sansürsüz programında, virüslerin mutasyon geçirmesinin, canlıların evrimle meydana gelemesine delil olduğu yanılgısı gündeme gelmiştir. Katılımcılardan Ender Helvacıoğlu, domuz gribi ve kuş gribi gibi hastalıkların virüslerinin, kendi kendine oluştuğu iddiasına değinmiştir.
Virüsler, bilinen canlı hücrelerinden farklı organizmalardır ve hayatta kalabilmek için mutlaka bir canlı hücresine ihtiyaç duyarlar. Virüsler, organelleri olmayan protein kılıflarından ibarettirler. Virüslerde de DNA ve RNA yapıları mevcuttur ve bu yapılarda zaman zaman mutasyonlar meydana gelir. Virüslerde meydana gelen mutasyonların, diğer canlı hücrelerinde meydana gelen mutasyonlardan farkı, virüslerde meydana gelen mutasyonların çoğunun virüslere bir zarar vermemesidir. Çünkü virüsler, tek başına fonksiyonel bir özelliğe sahip değildirler, işlev gösterebilmeleri için mutlaka bir başka hücreye yerleşip onun imkanlarından faydalanmaları gerekmektedir. Fakat diğer organizmalar için durum farklıdır. Örneğin aynı mutasyonların meydana geldiği bir bakteri hücresi derhal hastalanacak ve ölecektir.
Darwinistler, virüslerde meydana gelen mutasyonları, kendi teorilerine delil göstermeye çabalamaktadırlar. Bunun için tek dayanak noktaları söz konusu mutasyonların virüse zarar vermemesidir. Oysa mutasyonlar ne kadar fazla gerçekleşirse gerçekleşsin, virüsler hiçbir şekilde bir başka canlıya dönüşmemektedirler. Meydana gelen mutasyonlar sonucunda milyonlarca yıldır hiçbir virüste yavaş yavaş organeller oluşmaya başlamamıştır, virüs bir prokaryot hücreye dönüşmemiştir. Virüsler tarih boyunca içinde DNA barındıran protein kılıfları olarak kalmışlardır. Çünkü MUTASYONLAR DNA YAPISINA YENİ BİRŞEY EKLEYEMEZ VE CANLIYA YENİ ÖZELLİKLER KAZANDIRAMAZLAR. Ayrıca virüslerde meydana gelen mutasyonlar, yalnızca belirli bir genetik ortalamanın etrafında dönüp dolaşan kalıtsal dalgalanmalardan ibarettir.
Virüslerle ilgili, programda bahsedilen diğer konu ise, domuz gribi gibi virüs kaynaklı hastalıkların kendiliğinden oluştuğu yanılgısıdır. Domuz gribine yol açan ve insanlara da bulaşabilen A/H1N1 virüsü, kuş gribi, insan gribi ve domuz gribi virüslerinin birleşimiyle oluşmuş bir virüstür. Bu virüsün oluşabilmesi için çok önemli bir şart vardır. A/H1N1 virüsü, ancak domuzların solunum yollarındaki reseptörlerde oluşabilir. Yani domuzların solunum yollarındaki özel reseptörler olmadan, doğada bu virüs kendi kendine oluşamaz. Dolayısıyla Ender Helvacıoğlu’nun bu konuda vermiş olduğu bilgi hatalıdır. Ayrıca A/H1N1 virüsünün bu reseptörlerde oluşması için, yukarıda da saydığımız 3 virüsün yani kuş gribi, domuz gribi ve insan gribi virüslerinin zaten mükemmel şekilde var olmaları gerekir. Dolayısıyla burada hiç yoktan kendi kendine meydana gelen bir yapı yoktur.


...devamı




Genom Çalışmaları ''Tesadüfen Oluşan İlk Hücre'' Aldatmacasını Yerle Bir Ediyor

Evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı olmayan iddiasına göre, yeryüzünde henüz hayat yokken, cansız maddeler tesadüfler sonucunda bir araya gelerek ilk canlı organizmayı meydana getirmiştir. Bu evrimci iddiaya göre, ilk canlı organizmanın tesadüfen gelişebilecek kadar basit bir yapıya sahip olması gerekmektedir.
Oysa Darwinistler, TEK BİR PROTEİNİN BİLE NASIL ORTAYA ÇIKTIĞINI AÇIKLAYAMAMAKTADIRLAR.
Tek bir proteinin kendi kendine oluşamayacağı gerçeği zaten evrim teorisini tamamen temelinden yok eden bir gerçektir. Fakat bir an için bu imkansız ihtimalin gerçekleştiğini varsaysak bile, Darwinistlerin iddia ettiği “ilkel hücre”nin zaten yaşamın kendi kendine başlaması ihtimalini çok daha kesin delillerle ortadan kaldırdığını görürüz. 21. yüzyılda bilimin sağladığı bilgiler, en sade yapılı denebilecek canlının bile aslında çok kompleks olduğunu ve bu nedenle tesadüfen ve kendiliğinden oluşmasının imkansız olduğunu göstermektedir.
Bu bilgiyi bize genom araştırmaları vermektedir. Bilim adamları en küçük genoma sahip olan canlıların (ekstremofilik arke ve öbakteriler) en az kompleksliğe sahip canlılar oldukları düşüncesinden yola çıkarak, bu canlıların tesadüfen ve kendiliğinden oluşma ihtimallerini hesaplamışlardır. Burada önemle belirtilmesi gereken bir nokta ise şudur: Bu canlılar aynı zamanda bilim adamlarının dünyadaki en eski yaşam formu olarak gördükleri canlılardır.
Genom araştırmaları sonucunda yaşam için gerekli olan en düşük protein sayısının 250 ile 450 arasında olması gerektiği ortaya konulmuştur. [1]Yani hücrenin yapısal özelliklerini oluşturmak ve hayatın devamı için gerekli olan temel fonksiyonları yerine getirmek için aynı anda bir araya gelmesi gereken minimum farklı protein sayısı 250 ile 450 arasındadır.
Şu noktayı da ayrıca belirtmek gerekir ki, bu bulunan 250-450 minimum protein sayısı, parazit olarak yaşayan mikroplardan elde edilen protein sayısıdır. Bir organizmanın, başka bir canlı organizmaya bağımlı olmadan yaşayabilmesi için gereken minimum protein sayısı ise yaklaşık 1500 proteindir. Yani Darwinistlerin, tek bir işlevsel hücrenin oluşabilmesi için gereken 1500 ayrı proteinin varlığını ayrı ayrı açıklamaları gerekmektedir. Fakat tekrar hatırlatmak gerekirse, Darwinistler tek bir proteinin kendi kendine oluşumunu dahi açıklayamamışlardır.
...devamı




Alyuvarların Üretimini Denetleyen Hormon : Eritropoietin



Eritropoietin niçin hayati öneme sahip bir hormondur? 

 Eritropoietin hangi durumlarda devreye girer ve alyuvar üretimini nasıl başlatır? 

Kandaki alyuvarların içinde bulunan hemoglobin molekülü kanda oksijen ve karbondioksitin taşınmasında görev alır. Alyuvarların, dolayısıyla hemoglobinin azalması, “kansızlık” veya “anemi” olarak isimlendirilen bir hastalığa neden olur. Kansızlık insan için ciddi sorunlara yol açan bir hastalıktır. Çünkü çabuk yorulma, halsizlik, nefes darlığı, göğüs ağrısı, ciltte solukluk, kalp yetmezliği ve kalp ritm bozukluğu gibi rahatsızlıklara sebep olur. Bu nedenle alyuvarlar hayatın devamı için gereklidirler. Belirli seviyelerin altına indiklerinde ise yaşamın devam etmesi mümkün olmaz. Alyuvarların bu kadar önemli olmasının sebebi, içlerinde hemoglobin moleküllerinin bulunmasıdır. 

Alyuvarların yapım yeri kemik iliğidir. Kırmızı ilikte üretilen alyuvarların üretimi hassas bir şekilde kontrol edilir ve milimetre küpte 4.5-5 milyon olan alyuvar sayısının bu seviyede kalması için son derece karmaşık ve hassas işlemler gerçekleşir. Eğer kırmızı ilikteki kan üretiminde biraz azalma olursa, vücuttaki hücreler oksijensiz kalarak ölürler. Bu nedenle kemik iliğindeki üretimin sürekli olması zorunludur. Bu kadar önemli bir görevde aksama olmaması için vücutta çeşitli önlemler alınmıştır. Bu önlemlerden biri vücuttaki alyuvar yapımını kontrol eden ve düzenleyen bir hormondur. Eritro-poietin adı verilen bu hormon dokulara yeterli oksijen verilip verilmediğini kontrol eder. Dokuların oksijensiz kalması durumunda kemik iliğinde alyuvar yapımını hızlandıran bir maddenin sentezini ve kana salınmasını sağlar. 

Görüldüğü gibi insan, kendi bedeninin çok kısıtlı bir bölümüne -o da ancak kısmen- hakimdir. Örneğin bedenini kullanarak yürüyebilir, konuşabilir veya ellerini kullanarak bir iş yapabilir. Ancak bedeninin derinliklerinde binlerce kimyasal ve fiziksel olay, insanın bilgisi ve iradesi dışında gerçekleşmektedir. Eritropoietin buna tipik bir örnektir. Kendi bedenine ve kendi yaşamına hakim olduğunu zanneden bir insan bu yüzden büyük bir yanılgı içindedir. 
...devamı




Dawkins'in ''Bencil Gen'' Tezine Kertenkelelerden Reddiye


Günümüzün en önde gelen - ve en fanatik - Darwinistlerinden biri olan Richard Dawkins, "bencil gen" (the selfish gene) teziyle tanınır. Dawkins"in aynı adlı kitabında açıkladığı bu iddiası, özetle, genlerin kendilerini çoğaltmayı hedefleyen bencil varlıklar olduğu, bunun için organizmaları kullandıkları ve bu yolla "evrim" sağlandığı varsayımına dayanır.
Günümüzün en önde gelen - ve en fanatik - Darwinistlerinden biri olan Richard Dawkins, "bencil gen" (the selfish gene) teziyle tanınır. Dawkins"in aynı adlı kitabında açıkladığı bu iddiası, özetle, genlerin kendilerini çoğaltmayı hedefleyen bencil varlıklar olduğu, bunun için organizmaları kullandıkları ve bu yolla "evrim" sağlandığı varsayımına dayanır.
Hiçbir bilimsel kanıtı olmayan bir senaryodan ibaret olan "bencil gen" tezinin yanlışlığı şimdiye kadar evrim teorisini eleştiren Michael J. Behe, Lee Spetner, Phillip E. Johnson, Michael Denton gibi pek çok bilim adamı tarafından detaylarıyla açıklandı.
Daha fazlası için tıklayınız.
...devamı




Tiroksin Hormonunun Hücre Yenileme Çalışması



Bu yazıyı okumanızı sağlayan göz hücrelerinizin beslenmek için glikoza ihtiyaçları vardır. Bunun için kanınızda ne kadar şeker bulunacağını hesaplayan ve şeker miktarını sabit tutan bir sistem kurulmuş ve vücudunuza yerleştirilmiştir. Kalbinizin dakikada kaç kez atması gerektiği, kemiklerinizde depolanan kalsiyum oranı, böbreklerinizin dakikada süzdüğü kan miktarı ve bunlara benzer binlerce detay büyük bir planlama ve hücreler arasındaki iletişim ağı sayesinde hesaplanmakta ve organize edilmektedir. 100 trilyon hücrenin birbirleri ile uyum içinde çalışmalarını sağlayan bu kimyasal iletişim sistemine ise hormon sistemi adı verilmektedir. Hormon sisteminin içinde görev yapan birçok hormon vardır. Bunlardan biri de tiroksin hormonudur.

İnsan vücudunu oluşturan dokular sürekli yenilenir. Bunu sağlamak için vücutta her dakika 200 milyon hücre doğar ve ölmüş hücrelerle yer değiştirir. Bu mükemmel olayın denetimi ise, Yüce Allah’ın dilemesiyle, tiroksin adı verilen bu hormona verilmiştir. Tiroksin hormonu bedeni denetler, ömrünü tamamlayan hücreleri belirler ve buna göre yeni bir üretim yapılması emrini ilgili birimlere iletir. Yani bedenin yenilenmesi asıl olarak bu hormonun faaliyetine bağlıdır.

Daha fazlası için tıklayınız.
...devamı




Vücudumuzdaki Fosfor Mucizesi




Bir yapı veya eserdeki harikalığı anlayabilmek ve takdir edebilmek için, çoğu zaman o yapı veya eser hakkında detaylı bilgi edinmek, onun hakkında düşünmek gerekir.

Birçok harika özelliğe sahip olan insan vücudu için de aynı durum söz konusudur. İnsan eğer detayları öğrenmez ve bunlar üzerinde düşünmezse, her an iç içe yaşadığı mucizelerin farkına varamaz. Oysa karşıdan gelen arabanın kendisine çarpacağını zannedip korktuğunda, gribe yakalandığında, kan basıncı yükseldiğinde ya da bir arkadaşı ile karşılaşıp selamlaştığında, her insanın vücudunda olağanüstü olaylar gerçekleşir. Saniyeler, hatta saliseler içinde gözle görülemeyecek kadar küçük moleküller, insanın içinde arı gibi çalışarak, insanın kendisinin anlamakta dahi güçlük çekeceği kadar kompleks olan ve çok fazla bilgi ve uzmanlık gerektiren işler yaparlar. Vücudumuzda bulunan çok değerli bir hammadde de hücrelerimiz içinde böyle muazzam bir görev üstlenmiştir. Bu hammadde fosfordur. Hücrede fosforun bulunması, ortamdan sökülüp alınması, hücreye taşınması, işlenmesi ve depo edilmesi için hayranlık uyandıran çok çeşitli sistemler yaratılmıştır. Bu sistemlerin her biri canlılığın devamı için zorunludur.

Daha fazlası için tıklayınız.
...devamı




3 Temmuz 2011 Pazar

Evrim Teorisi ve Kanınızdaki Şekerin Oranı


Darwin'in teorisini ortaya attığı tarihten itibaren yaklaşık 130 yıl geçti. Günümüz şartlarıyla karşılaştırıldığında Darwin'in o zamanki çalışmaları bilimsellikten çok uzaktı. Sahip olduğu imkanlarla ancak farklı canlıları inceleyip, iskelet yapılarına göre sınıflandırmalar yapmıştı. Dahası Darwin'in ne hücrenin yapısından ne de genetikten haberi yoktu. Mikrobiyoloji, biyomatematik gibi bilim dalları ortaya çıkmamıştı. İşte evrim teorisi bu şartlar altında doğdu.

Sözkonusu bilim dalları geliştikçe de, evrimin ne kadar gerçek dışı ve imkansız bir safsata olduğu çarpıcı bir biçimde ortaya çıktı. Evrimcilerin, evrim tartışmalarını hiçbir zaman moleküler evrime kaydırmamalarının nedeni budur. Bilirler ki, "evrim zinciri" denilen hayali zincir daha moleküler aşamada yani işin en başında çökmüştür. İnsanın ortaya çıkabilmesi için, vücudunun temel taşı olan proteinlerden hücreye kadar milyonlarca eşsiz denge kurulması gerekir. Bu dengelerin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek ise hiç bir şekilde akıl ve sağduyuya sığmamaktadır. Ama bir evrimci, savunduğu safsatayı ideolojik nedenlerle kesinlikle bırakmamak niyetindedir. Bu yüzden ve başka bir çaresi olmadığından, akıl ve sağduyuyu çiğneyerek gerçekleşmesi imkansız tesadüfleri gerçekleşmiş sayar. 

Evrimcilerin akıl ve sağduyuyu çiğneyen iddialarının belki yüzbinlercesi bulup ortaya çıkartılabilir. Çünkü canlılığın hangi aşaması incelense, karşımıza açık bir "yaratılmışlık" tablosu çıkmaktadır.Burada, yüzbinlercesi var olan bu "yaratılmışlık" delillerinden yalnızca bir tanesine, insan kanındaki şeker oranının nasıl ayarlandığına bakacağız. Yalnızca bu konu bile, diğer yüzbinlerce benzeri gibi, evrimi çökertmeye yeterlidir çünkü. 

Daha fazlası için tıklayınız.
...devamı




Evrimci Gazeteler İnsan Genom Projesinin Sonuçlarını Çarpıtıyor


Son günlerde bazı gazetelerde insan genomu çalışmaları hakkında taraflı ve yanlış aktarımlar yapılmaktadır. Genom projesi ile ilgili bilimsel haberler evrim teorisinin kanıtıymış gibi sunulmakta, bilim adına son derece önemli olan bu gelişme çarpıtılmaktadır.
Son günlerde bazı gazetelerde insan genomu çalışmaları hakkında taraflı ve yanlış aktarımlar yapılmaktadır. Genom projesi ile ilgili bilimsel haberler evrim teorisinin kanıtıymış gibi sunulmakta, bilim adına son derece önemli olan bu gelişme çarpıtılmaktadır.
Sabah ve Hürriyet gazetelerinin başını çektiği bu kampanyanın her detayında, bilgisizlik, yüzeysellik ve muhakeme bozukluğu ortaya çıkmaktadır. Gerçekte genom projesi evrim teorisine hiç bir şekilde bir destek sağlamamıştır ve zaten evrim taraftarı bilim adamlarınca da böyle bir iddia öne sürülmemektedir. Buna rağmen Sabah ve Hürriyet gazeteleri genom projesi sonuçlarını Darwinizm’in delili gibi yorumlayarak sunmakta, ihtiyaç duydukları yerde bilimsel sonuçlar üzerine eklemeler ve tahrifatlar yapmaktan çekinmemektedirler.
İşin ilginç tarafı, dış basında bu önemli bilimsel gelişme "genetik hastalıkların erken teşhisi ile birlikte, vücudumuzun nasıl çalıştığını öğrenmemize fayda sağlayacak" diye tanıtılırken, ülkemizde evrime destek arama çabasıyla birlikte sunulmasıdır.
Daha fazlası için tıklayınız.

...devamı




Orak Hücre Anemisi


Evrimci biyologların "yararlı mutasyon" olarak sözünü ettikleri tek örnek, orak hücre anemisi hastalığıdır. Bu hastalıkta, kanda oksijen taşımaya yarayan hemoglobin molekülü bir mutasyon sonucunda bozulur ve yapı değişikliğine uğrar. Bunun sonucunda da hemoglobinin oksijen taşıma yeteneği ciddi bir biçimde zarar görür.
Orak hücre anemisine yakalanan insanlar, bu nedenle giderek artan bir solunum zorluğu çekerler. Ancak tıp kitaplarının kan hastalıkları bölümünde ele alınan bu mutasyon örneği, başta belirttiğimiz gibi bazı evrimci biyologlar tarafından çok garip bir şekilde "faydalı mutasyon" olarak değerlendirilmektedir.
Daha fazlası için tıklayınız.
...devamı




Evrim Teorisinin Mikrobiyolojik İflası


Darwin'in teorisini ortaya attığı tarihten itibaren yaklaşık 130 yıl geçti. Günümüz şartlarıyla karşılaştırıldığında Darwin'in o zamanki çalışmaları bilimsellikten çok uzaktı. Sahip olduğu imkanlarla ancak farklı canlıları inceleyip, iskelet yapılarına göre sınıflandırmalar yapmıştı. Dahası Darwin'in ne hücrenin yapısından ne de genetikten haberi yoktu. Mikrobiyoloji, biyomatematik gibi bilim dalları ortaya çıkmamıştı. İşte evrim teorisi bu şartlar altında doğdu.

Sözkonusu bilim dalları geliştikçe de, evrimin ne kadar gerçek dışı ve imkansız bir safsata olduğu çarpıcı bir biçimde ortaya çıktı. Evrimcilerin, evrim tartışmalarını hiçbir zaman moleküler evrime kaydırmamalarının nedeni budur. Bilirler ki, "evrim zinciri" denilen hayali zincir daha moleküler aşamada yani işin en başında çökmüştür. İnsanın ortaya çıkabilmesi için, vücudunun temel taşı olan proteinlerden hücreye kadar milyonlarca eşsiz denge kurulması gerekir. Bu dengelerin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek ise hiç bir şekilde akıl ve sağduyuya sığmamaktadır. Ama bir evrimci, savunduğu safsatayı ideolojik nedenlerle kesinlikle bırakmamak niyetindedir. Bu yüzden ve başka bir çaresi olmadığından, akıl ve sağduyuyu çiğneyerek gerçekleşmesi imkansız tesadüfleri gerçekleşmiş sayar.

Miller Deneyi Efsanesinin İç Yüzü 

Evrim teorisi, tüm canlılığın doğal bir sürecin ürünü olduğu iddiasını ortaya atmıştır. Teoriye göre, ilk canlı, cansız maddelerin tesadüfler sonucu biraraya gelmesiyle oluşmuştur. Daha fazlası için tıklayınız.
...devamı




Genişleyen Genetik Aralık


Şempanze genomunun bütünsel analizi insanlarla daha büyük oranda genetik farklılık ortaya koydu
Şempanze genomunun bütünsel analizi insanlarla daha büyük oranda genetik farklılık ortaya koydu
Genomu deşifre edilen canlılara şempanze de katıldı. Elde edilen veriler, uluslararası bir araştırma ekibince insandaki karşılıklarıyla karşılaştırıldı ve çalışmanın sonuçları Nature dergisinde açıklandı(1). Araştırma ekibinin edindiği sonuçlara göre, insan ve şempanze birçok geni paylaşıyordu ama aynı zamanda benzerliklerin yanı sıra oldukça önemli farklılıklar da vardı. Öyle ki, bu ilk kapsamlı genetik karşılaştırma, daha önceden gerçekleştirilen ve kısmi genom analizine dayalı olan çalışmalarda elde edilen genetik farklılık oranını üçe katlamış durumdadır. Önceki çalışmalarda %98.5 civarında oranlar elde edilmişti, bu son çalışmada elde edilen oran ise %96’dır.
Şempanzeler; insan, fare ve sıçandan sonra genomları deşifre edilen dördüncü memeli olarak bilim adamlarının genomik hazinesini zenginleştirmişlerdir. Araştırma ekibi ABD, Almanya, İsrail, İtalya ve İspanya gibi ülkelerden 67 bilim adamı tarafından meydana getirildi. "İnsan Genomu Projesiyle atılan temeller üzerine inşa etmeye devam ediyoruz ve insan genomunu diğer organizmalardan genomlarla karşılaştırma yöntemiyle, kendi biyolojimizi anlamak açısından son derece etkili bir araç edinmiş durumdayız" diyor ABD’nin Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü yöneticisi Francis S. Collins (2).
Daha fazlası için tıklayınız.
...devamı




''İlk Nefes'' Geni


ABD'nin Cincinnati Çocuk Hastanesi'nden uzmanlar, anne karnında akciğer gelişimini ve doğum sırasında bebeğin nefes almasını sağlayan 'Foxa2' adlı geni keşfettiklerini açıkladılar. Buna göre anne karnındaki güvenli ortamdan hayatın zorlu yollarına adım atılan ilk anda alınan ilk nefesin de bir gen tarafından kontrol edildiği belirlenmiş oldu.

Prematüre doğumlarda umut
 
Cincinnati Çocuk Hastanesi doktorları, 'Foxa2' adı verilen genin keşfinin akciğer sorunuyla dünyaya gelen prematüre bebeklerin tedavisinde önemli bir adım olacağını düşünüyorlar. 
Gebeliğin ilk altı ayında akciğerler tamamen gelişmiş olmuyor. Bu yüzden erken doğan bebekler solunum güçlükleri yaşıyorlar. Bu genin keşfi sayesinde hem erken doğan bebeklere hem de akciğer sorunu çeken çocuk ve yetişkinlere daha iyi bir tedavi sağlanabilecek.
 
Yeterli hava almayı sağlıyor
 
Dr. Jeffrey Whitsett konuyla ilgili olarak..Daha fazlası için tıklayınız. 
...devamı




Sayfanın başına dön.
ORG Bu site Harun Yahya eserlerinden faydalanılarak hazırlanmıştır.